Bilmiş olasın ki, Allah dostları şöyle demişlerdir: Kalbi korumada derin bir basiret, üstün bir gayret ve tam bir ihtimam göstermek lâzımdır. Zira, onun tehlikesi, bütün uzuvların tehlikesinden daha büyük, tesiri daha çoktur. Onun işi çok ince ve ıslahı da gayet zordur. Onu korumanın yolları şunlardır:
Mevlâ kalbi gözler. Nitekim, ezelî kelâmında, “O, kalplerinizde olanı bilir. Şüphesiz o, kalplerin zâtını da bilicidir.” buyurmuş, kalbe Alîm ve Habîr olan Mevlâ’nın muttali olduğunu, kulunu şerli tehlikelere, hatalara meyi etmekten sakındırdığını duyurmuştur. Zira, gaibi bilenle muamele, tehlikesi büyük bir iştir. Kalbe, edepli olmak gerektir. Zira, onu hâlden hâle sokan Allah Semi (işitici) ve Basîr (görücü) dir.
Kalp, Allah’ın nazar ettiği yerdir. Nitekim hadis-i şerif de şöyle geldi: “Allah, sizin suretlerinize, şekillerinize, dışınıza bakmaz. Ancak O, kalplerinize ve niyetlerinize bakar.” Kalp, yüce Rabb’m bakış yeridir.
Ne gariptir, o kimsenin hâli ki, halkın nazargâhı olan yüzünü özenle pisliklerden temizler, yıkar ve münasip olan şeylerle süsler ve kokulandırır ki, halk ondan ayıp olan bir şeyi görmesin. Bu âciz mahlûk için bu kadar dikkat ve özen gösterir de Mevlâ’nın nazargâhı olan kalbini arındırma, süslemede, yani hayvanı vasıflardan temizleme ve meleklerin ahlâkı ile süslemekte bu ihtimamı göstermez! O, gizlileri bilen Mevlâ’nın ondaki ayıpları görmesine önem vermez. Hatta kalbini öyle kederler, pislikler, feci şeylerle bırakıp ihmâl eder ki, eğer halk o çirkinliklerin birine muttali olsa, derhal, o kimseden yüz çevirip uzaklaşırlar. Şu halde en mühim iş, kalbi temizlemek ve güzel hasletlerle bezemektir.
Kalp, kendisine uyulan bir meliktir. Ve peşinden gidilenlerin reisi durumundadır. Bütün âzâ ona tâbidir. Öyleyse, melik doğru oldukça, maiyeti de istikamet kazanır. Uyulan iyi, temiz oldukça, uyanlar da ıslâh olur. Nitekim hadis-i şerifte şöyle geldi, "Dikkât edin! Bedende bir et parçası vardır ki, onu ıslâh eden bütün bedeni ıslâh etmiş, onu ifsat eden, bütün bedeni ifsat etmiş olur.” Bütün bedenin ıslâhı, kalbin ıslâhına bağlıdır. Öyleyse, kalbi korumaya özen göstermek lâzımdır.
Gönül, insanın her nefis cevherinin ve her üstün mânâsının, değerlerinin mahzenidir. O, insan değerlerinin başı da akıl ve hidayettir. En üstünü, Mevlâ’yı irfan yoluyla bilmektir ki, iki cihan saadeti ve göz nıîru odur. Sonra, âhiret kemâlini kazanma istidadıdır. Sonra, salih niyeti ve itikat güzelliğidir. Sonra da muhtelif ilimler ve hikmet sınıflandır. Sonra, lâtif huylar ve üstün hasletlerdir. Şu halde, böyle bir sır ve cevher mahzeni, duygu ve düşünce kaynağı olan o şeref dolu evi kötü vasıflardan, pisliklerden, cehalet karanlığından, vesveselerden korumak, yabancılardan, hırsızlardan ve bütün kederlerden sakınmak ve kollamak hepsinden önemlidir. Tâ ki, çeşit çeşit nimetlerle ikram olunmuş, nice âfet ve üzüntülerden esenlik bulmuş olsun; o değerli cevherlere pislik bulaşmasın ve hırsızların elleri, onlara ulaşmayı başaranlasın. “Havi ve kuvvet yalnız yüce ve sânı büyük olan Allah’ındır."
Kalbin beş hâli vardır ki, o hâller diğer uzuvlarda yoktur.
Kalbin ilk hâli, oııa hem düşman, hem dostun bulunması hâlidir. Zira, şeytanın aldatmacaları, vesveseleri kalp üzerinde dolaşır durur. Kalp vesvese ve ilham menzilidir. İşte hu iki davet keşmekeşinden onun çektiği zorluk ve meşakkat müthiştir.
Kalbin meşguliyeti hepsinden fazladır. Zira, akıl ile boş isteklerin, hevânın çarpışma mahallidir. Çünkü kalp sonsuza dek bu iki düşmanın harp alanıdır. İşte böyle büyük bir savaştan gaflet, büyük bir eksiklik olur. Böyle bir kaleyi başıboşluk gibi düşmanlardan korumak ve kollamak, güvenlik sebebi ve Mevlâ’nın marifetini kazandırıcı olur.
Kalbin arızaları hadsiz hesapsızdır. Zira, kalbe batarlar Hak tarafından bir ok yağmuru gibi, gece gündüz kesintisiz gelir. Kalbin batarlardan korunması ve uzaklaşması zordur. Zira kalbe hatarlar Hak tarafından bir ok yağmuru gibi, gece gündüz. Çünkü kalp, iki göz kapağı arasında olan göz gibi değildir ki, kapamakla rahat bulsun. Yine diş ve dudaklar arasındaki dil de değildir ki, sükût ile esenlikte olsun. Belki kalp, hatar oklarına dikilmiş bir hedeftir ki, hiçbir zaman hiçbir yolla o oklardan kurtulamaz. Demek ki, kalbin batarlardan korunması zor bir iştir, kolay değildir.
Kalbin tedavisi zor iştir. Zira o gözden kaybolduğu için, ona bir âfet gelmedikçe hastalığı bilinmez. Şu halde, son derece dikkatli bir bakımla, çokça riyazet yapılmadıkça onun muhafazası sözkonusu değildir.
Kalp, değişime çok müsait olduğundan âfetler en seri şeküde orada meydana gelir. Zira, kalp değişime uğramakta; kaynayan tencerenin, suyun kaynamasıyla içindekilerin değişime uğramasından daha süratlidir. Eğer gönülden bir hatar doğsa onun tesiri hepsinden zordur. En aşağı tesiri, kasvettir. Mâsivaya meyi ve muhabbettir. Son haddi de, küfür ve dalâlet, yüce Mevlâ’yı inkârdır. Nitekim Allah Kur’ân’da, "Onların kalplerini ve gözlerini Haktan çeviririz. Daha önce de iman etmedikleri gibi yine etmezler. Onları sapıklıklarında şaşkın olarak bırakırız.”243 buyurmuştur.
Onun için Mevlâ’nın seçkin kulları gönülleri mevzuunda son derece özenli davranıp gayret göstererek Mevlâ’yı zikir ve tefekkürle sürekli meşgul olmuşlardır. Böylece, Hakkın lutfuyla hidayet bulmuş, O’ndan başkasından uzaklaşıp ayrılarak ebediyyen Onun huzurunda kalmışlardır.
Kalbin gıdası Mevla'nın muhabbet ve marifetine ulaşmaktır. Zira kalbin tabiatının gereği, kendi tasarruf sahibini bulmaktır. Ve ona candan meyi ve muhabbet kılmaktır.
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz.