İran'da bağrı yanık bir ana. Evladını yedi yıl önce gençliğinin baharında, daha 18 yaşında kara toprağa koymuş, yılların eskitemediği, dindiremediği acıyı ömrünün her evresinde yaşamak zorunda olan eli öpülesi bir ana. Belki yememiş yedirmiş, giymemiş giydirmiş, 18 yaşına kadar gözü gibi sakınmış evladını. Ancak hayat bu. Kalleş bir bıçak darbesine kurban vermiş Abdullah Hüseyinzade'sini.

Tam tamına 7 yıl sonra idamına karar verilen katil zanlısı idam sehpasında. Yüreği yanık ananın hala evladının kokusu burnunda. Katilin annesi de idamı izleyecekler arasında. Gözü yaşlı. Belki evladı suçluydu. Katildi. Belki de gencecik bir insanı hayatının baharında mezara gönderdiği için kimine göre cehennemlikti. Ama anneydi o da. Oğlunu son gününde idamında dahi olsa hayattayken son bir defa görmek istemişti işte.

Kalabalığın ortasında ağlamaklı bir kadın. Öldürülen genç Abdullah Hüseyinzade'nin annesi bu manzaraya daha fazla dayanamadı. Kalabalığı yararak idam sehpasındaki katile bir şamar yapıştırdı. Bu şamar anneliğin verdiği intikamın şamarı, affedici asil ruhun şefkat tokadıydı. Yüreği daha fazla dayanamazdı. İdam mahkumunu affettiğini açıkladı. Biraz evvel oğlunun idam edilecek olmasının verdiği üzüntüyle ağlayan kadın artık sevinç gözyaşları döküyordu. Dayanamadı. Oğlunu idam sehpasında ölüme son saniye kala affeden anaya koşarak sarıldı.

Oğulların biri katil biri ölüydü artık. Ama bu eli öpülesi anaların kocaman yüreği insanlığa acı bir ders daha vermeye yetmişti. İnsanız işte. Bu kavga ne diye?